İçi Saman Dolu Çocukluk

sokak çocukları

Merhaba,
Bu yazıyı okuyan hemen herkes büyüklerinden “Ben senin yaşındayken neler çektim neler… Ekmek elden su gölden yaşayıp gidiyorsunuz” tarzı cümleler duymuştur. “Ben senin yaşındayken” diye cocuk-askibaşlayan cümleleri saymakla bitiremeyiz. Bir yanlış yaptığımızda ya da bir doğruyu yapmadığımızda ilk duyduğumuz cümle kalıplarıdır bunlar. Büyüklerimiz genelde geçmişin sıkıntılarından ve şimdinin bolluğundan ve rahatlığından yakınır dururlar. Haklı oldukları yanlarda yok değildir, ancak gel değişelim deseniz, sanırım kimse razı olmaz. Özellikle de çocukluk döneminden kimse vazgeçemez. Zira bugünün çocukluğu ile geçmişin çocukluğu arasındaki fark en az  “içi saman dolu kuşla – canlı kuş” arasındaki fark kadardır. Bugün evlerimizde kuş gibi ses çıkaran oyuncak kuşlar vardır. Hatta kafeslerde konuşan papağanlarımız bile vardır.

Ama hiçbiri altına yem koyduğumuz boş bir kartonu, ucuna uzun bir ip bağladığımız çubuğa yan dayayıp; yemi yemek için gelen serçeyi ipi çekmek suretiyle yakalamamızdan doğan hazzı veremez bize. Zira serçe değil serçeyi yakalama sürecidir tat veren.
koy-cocugu-resimleri

Bunun içindir ki yakaladığımız serçeyi biraz sevdikten sonra onun hızlı nefes alış verişlerinden korktuğunu anlar ve sonra merhamete gelir salardık gökyüzüne. Salmış olduğumuz o serçenin o anki uçuşu bile ayrı bir haz verirdi bize. Sadece haz mı? Değil elbette. O planı yapmak, nefes dahi almadan serçenin gelişini sabırla beklemek ve tam ortaya geldiğinde tek ve net bir çekişle serçeyi yakalamaktan ortaya çıkan eğitim askerlikte bile verilmiyor şuan. Plan yapmayı, sabırla beklemeyi ve tam zamanında müdahale etmeyi uygulamalı olarak öğreniyorduk bizler. Korkan serçeyi salmak suretiyle edindiğimiz bağışlama ve merhamet duygusu ise anlatılamaz denilen duygulardandır.
Eskiden yaşanan köy hayatı ile şehir hayatının kıyaslamasına girersek sayfalar yetmez bize. Zaten köy diye bir şey kalmadı şimdilerde. Kapitalizm denilen meret kopardı bizi köylerimizden. Yetmiyormuş gibi şimdide mahallemizden koparıyor bizi.
Daha doğrusu koparıyor her geçen gün bizi bizden. Bizleri sitelere sıkış tıkış ederek mahallemizi de alıyor elimizden. Ne acıdır ki sitelerdeki çocukluğumuz daha da fazla yapmacık mahalledekinden.
Neden mi? İşte birkaç örnek…

Sitedeki çocuk cesareti kitaplardan öğrenir; mahalledeki diğer mahallenin çocuklarıyla yaptığı kavgadan. Ama sonra mahalleler arası futbol turnuvasında aynı maçta oynamak zorunda kaldığı içincocuk-oyunlari affetmeyi ve barışmayı da öğrenir cesaretin yanı sıra.
Sitedeki çocuğun oyun alanı ve oyuncakları bellidir, oyuncakları ile ne oynayacağı da bellidir. Dışarıdan bakınca şanslı gibi görülür, oysa esirdir o oyuncaklara. Oysa mahalledeki çocuk özgürdür; canı ne isterse onu oynar sokakta. Ve her oyun değer katar ona ve zekasına. Mesela; misket oyununda nişan almayı, misketlerini korumayı öğrenir. Yine saklambaç oyununda stratejiyi; hızlı karar vermeyi ve hızlı hareket etmeyi öğrenir.

misket-oynamakMahalledeki çocuk toprakla haşır neşirdir, toprak onun tüm enerjisini alır; akşam eve yorgun düşer, acıktığı için baskı yapılmadan yemeğini yer ve erkenden yatar. Oysa sitedeki çocuk, toprak görmez üstü kirlenmesin diye. Ve sitedeki çocuğun oynadığı oyuncakların çoğu plastiktir. Bu oyuncaklar çocuktaki enerjiyi almadığı gibi vücuda elektrik verir ve hatta bazıları kansorejendir.

Bu misaller uzayıp gider. Diyebilirsin ki; “Sitedeki çocuğun modern kültürü geniş olur; eğitimi daha iyi olur; giyimi kuşamı yerinde olur; çocukluk sadece oyun mu?” Evet, okuyucu evet… Çocukluk sadece oyundur. Eğitimde oyun yoluyla verilmelidir. Çocuk başarıyı, kazanmayı, kaybetmeyi, affetmeyi, merhameti, cesareti, organize olmayı, sadakati vs her şeyi en iyi oyun yoluyla öğrenir.

Gelin hep birlikte içi saman dolu çocukluğa karşı çıkalım ve canlı çocukluğumuzun mücadelesini verelim. Süslü püslü kentsel dönüşüm lafları ile mahallelerimizi elimizden alınıp yerine siteler kurulmasına müsaade etmeyelim. Otuz katlı bir binanın otuzuncu katından hayata bakmaktan çok daha asil, çok daha huzurlu ve çok daha faydalıdır gecekondumuzdan bahçeye bakmak.

Bir de baharlar bilirim ülkeme ait
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Selam ve dua ile…

Yazı: Abdülaziz YILMAZ