Yükselen Binalar Daralan Ufuklar

Binalar yükseldikçe, yerleşim anlayışındaki adaletsizlikler de görsel olarak yansıyor. Ülkemizde özellikle İstanbul, Ankara, Kocaeli, İzmir gibi kalabalık şehirlerde bu çirkin görüntüler günden güne artmaktadır. Cennet vatanımızı kendi ellerimizle beton yığınlarına çevirmeye ne kadar meraklıyız!

Bu açıdan bakılınca Erzincan, hala cennet… Modern hayat adı altında uydurulan tüketim çılgınlığına paralel olarak bize dayatılan yüksek binalar görüntüyü bozduğu kadar zihinleri ve sağlığımızı da bozuyor. Umarız bu görüntü kirliliği Erzincan’ın yanından bile geçmez.

erzincan-yerlesim

Yaşadığımız modern çağda yüksek binalar pek tabi modern yaşamı temsil etmektedir. Modernlik cazibe uyandırmakla birlikte modernlikten hiç yakışmasa da (!) kendine has sorunları beraberinde getirmektedir. Modern yaşamın çıkmazlarının başında ise sorunsuz yaşam arayışı gelmektedir. Güvenliği tam, sıkıntısız ve huzurlu bir hayat bekleyişi sonu gelmeyen bir arayışa neden olmaktadır. Etrafı kapalı, 15-20 katlı binalarda site yaşamlarında, çöpleri daire kapısından toplayanlar, kapıya gelen ekmeklerle aranan huzurla birlikte eve kapanılan bir hayat önümüze çıkagelmektedir. Yüksek binalar modern hayatta düzeni temsil etmekte. Çarpık şehir hayatında çocuk park alanı olmayan dar sokaklı mahallelerde bunalan insanlar haliyle modern hayatın sunduğu yüksek binalı geniş alanlı yerlere kaçmaktalar. carpik-kentlesmeYüksek binalar insanı güçlü hissettirmekte fakat insanın acizliğini, gücün komşulukla, hayatı ortak paylaşımlarla ve dertlerle oluşabileceğini unutturmaktadır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturu konferanslarda özlemi duyulan hayat modeli anlatırken kullanılır hale geldi. Kendi komşusunu düşünmeyip televizyondan dünyadaki aç kalan insanları görerek duygulanıp, dernek vakıf vb, oluşumlarla onlara yardım toplayarak kendini rahatlatan bir millet olma yoluna gidiyoruz. Modern hayat bize yaşadığımız alanda dertsiz olmayı pazarlamakta. Oysa yaşadığın komşuyu düşünmek dert satın almaktır. Dertler ve dertliler uzakta ve arada sırada aklımıza gelince birkaç eski eşya ve biraz para vererek rahatlayalım anlayışı etrafımız’ sarmaktadır. Kendisi dertsiz hayat derdine düşen anne babalar, her şeyi isteyen ve istedikleri olmayınca ortalığı ayağa kaldıran evlatlarından dert yanmaya başladılar. Tertemiz doğan yavruyu “aman dert görmesin”, “biz çektik onlar çekmesin” düşüncesiyle arzu ve istekleriyle yaşamaya alıştıran ve sonrasında başına gelen büyük dertle uğraşmak zorunda kalan anne babalar artık her yerde.

“insan dertlerte yoğurularak olgunlaşır” sözü artık masal gibi gelmekte. Çünkü biz korunaklı alanlarda, dertsiz ve güçlü yaşamlar sürmeye alıştık. Huzur arayışı dertsizlikte birleştirilmek isteniyor.

Yaşadığımız yerler, lüks hayatlar. dertsizlik içinde huzur arayşlan zihnimizin işleyişini bozmaktadır.

Modern hayat ilerki bir zaman da müstakil bahçeli evlerde yaşamı önümüze koyacak olsa huzur ve geniş ufuktu insanlar olacak mıyız? Hiç sanmıyorum. Çünkü modern hayat insanı merkeze alıp, insana insanlık değeri katan, Rabbine kulluğu unutturup; “kararını kendin ver” , “özgür düşün, özgür yaşa” gibi süslü cümlelerle kendisi muhtaç olan insana hayatının rabbi olma rolünü yüklüyor. Etrafına hükmetme derdine düşen insan öncelikle kendini koruma ve garantiye atmaya çalışıyor. Ancak bu garantili yaşam isteği hiç bitmediğinden kendi kendini yoruyor. İnsanın bitmez tükenmez bilmeyen arzu ve isteklerini anlatan “insan oğluna bir vadi dolusu mal verilse, o yine bir ikincisini ister” düşüncesi bir kenara bırakılıp neyi ne kadar isteyeceğime de ben karar veririm anlayışı yerleşince arayışların sonu gelmiyor. Daha fazla kolaylık, daha fazla rahatlık, daha fazla güven, daha fazla ben … Allah kimseye kaldıramayacağı yük yüklemez düsturumuz zedeleniyor ve aman bana yük yüklenmesin rahat olayım düşüncesi hayatımıza yerleşiyor. Libya’nın İngilizlere karşı sömürülmesine engel olan direnişçilerin başındaki Ömer Muhtar’ın belini kırmayan yük insanın belini kuvvetlendirir” sözü çok anlamlı. Yunus Emre’nin dediği gibi “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır” sözlerine hepimiz hak veriyoruz. Ancak önümüze sunulan hayatta sözün devamını getirmekten uzak duruluyor. arayisSözün devamında Yunus : “Okumaktan murad ne, Kişinin hakkı bilmesidir, Çünkü okuduğunu bilmezsen, bu bir kuru ekmektir, okudum bildim deme, çok taat kıldım (Allah’ın sevdiği işler yaptım) deme, Eğer Hakkı bilmez isen, Abes yere (boş yere) gelmektir…” diyor. Sözün özü kendini bılmekten murad Rabbini bilmektir, Sen Rabbini bilmezsen bu nice nefsine uymaktır ve boş bir gayrettir diyor. Yaşadığımız dünyada kendini bitmeyi nefsine (benliğine) boyun eğmek, istediğini yapmak şeklinde anlayarak sonu gelmeyen bir koşturmaca ve nefsinin çıkmaz sokaklarında huzur arayışlarında geçiren insanlar topluluğuna dönüşüyoruz. Yaşadığımız yerler, lüks hayatlar, dertsizlik içinde huzur arayışları zihnimizin işleyişini bozmaktadır. Varoşlarda mı yaşayalım yani? Tabi ki hayır. Varoşlarda yaşamayalım diye de kendi öz benliğimizden sıyrılıp, gelir düzeyine göre sınıflar oluşturup birbiriyle dertlenmeden birbirine dokunmadan üstün ırk mantığıyla da yaşamayalım diyoruz. Sözün özü Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz. Bize Rabbimizi hatırlatacak hayat düzeninde yaşayalım. Varlık arayışının sonun gelmeyeceğini bilelim. Hiçlik ve yoktuktaki varlığı bulmak haklı bir arayışidır. Nefsimizin, arzu ve isteklerimizin kölesi olmak yerine, bizi yoktan var eden Rabbimizin emrine uygun hak ve adaletin herkes için hakim olması için oturan değil canla başla mücadele eden olalım. üzerimize doğan güneşi benliğimizden sıyrılıp kutluk şuuruyla huzur, şükür, sevgi ve kardeşlikle karşılayalım, Vesselam …